BEBEKLERDE VİTAMİN, DEMİR VE FLORÜR KULLANIMI
Vitamin nedir?
Vitaminler, vücudun temel fonksiyonlarında ve metabolik olaylarında gerekli olan ve genellikle besinler ile dışarıdan çok küçük miktarlarda alınan, organik bileşiklerdir. Vücudun sağlıklı gelişimi, fonksiyonları ve infeksiyonlara karşı bağışıklık gelişimi açısından gereklidirler. Ayrıca, organizmanın karbonhidrat, yağ ve proteini kullanmasını da sağlarlar.
Vitaminlerİnsan vücudu tarafından ya hiç yapılmadıkları ya da yeterli miktarda yapılamadıkları için besinlerle dışarıdan alınmaları gerekmektedir. Bir kısım vitaminler besinlerde aktif şekilde bulunurlar. Besinlerle aktif şekillerinde alınırlar. Bazı vitaminler ise besinlerde provitamin olarak bulunurlar ( provitamin= vücuda dışarıdan alınan, çeşitli işlemlerden sonra vücutta vitamin haline dönüştürülen maddedir.) Beta karoten A vitaminin, Panthenol B5 vitamininin, Ergosterol D2 vitamininin, 7-Dehidrokolesterol D3 vitamininin, E - Tocopheril asetat E vitamininin provitaminleridir. Provitaminler vücutta aktif forma dönüşürler.
Vitaminlerin kendi isimleri olmasına karşın daha kolay anlaşılmaları için alfabenin harfleriyle anılırlar.Vitaminler erime özelliklerine göre de iki gruba ayrılırlar. Yağda çözünen vitaminler ve suda çözünen vitaminler:
YAĞDA ÇÖZÜNEN VİTAMİNLER
Vitamin A = Retinol
Vitamin D2= Ergokalsiferol
Vitamin D3= Kolekalsiferol
Vitamin E = Tokoferol
Vitamin K= Filokinon
SUDA ÇÖZÜNEN VİTAMİNLER
Vitamin B1= Tiamin
Vitamin B2= Riboflavin
Vitamin B3= Nikotinamid (niasin)
Vitamin B5= Pantetenik asit
Vitamin B6= Pridoksin
Vitamin B7= Biyotin
Folik asit = Folasin
Kolin
Vitamin B12= Siyonokobalamin
Vitamin C = Askorbik asit
Yağda çözünen vitaminler nelerdir?
Yağda eriyen(çözünenen) vitaminler A, D, E, K vitaminleridir. Bu vitaminler besinlerle alındıklarında, yağlarla birlikte emilirler. Yağda eriyen vitaminler vücuda alındıktan sonra kan yoluyla karaciğere taşınırlar ve karaciğerde depolanırlar. Yağda eriyen vitaminlerin fazlası karaciğerde depolanırlar, vücuttan idrarla atılamazlar. Bu nedenle E vitamini dışındaki yağda eriyen vitaminler (Vitamin A,D,K) uzun süre, gereğinden fazla alınırsa, toksik etki yapabilirler. Buna karşın diyette yağın az veya hiç olmaması, safra ve pankreas salgılarının eksikliği, barsaklardan emilimi engelleyen anatomik veya fonksiyonel bozukluklar yağda eriyen vitaminlerin eksikliğine yol açarlar.
Karaciğerde depolanan A vitamini hiç vitamin almayan bir kişi için 5-10 ay, D vitamini ise 2-4 ay yeterlidir.
Suda çözünen vitaminler nelerdir?
Suda eriyen(çözünenen) vitaminler Vitamin B1= Tiamin, Vitamin B2= Riboflavin, Vitamin B3= Nikotinamid (niasin), Vitamin B5= Pantetenik asit, Vitamin B6= Pridoksin, Vitamin B7= Biyotin, Folik asit = Folasin, Kolin, Vitamin B12= Siyonokobalamin, Vitamin C = Askorbik asitvitaminleridir.
Suda eriyen(çözünenen) vitaminler besinlerle alındıktan sonra çoğunlukla ince barsaktan, bir miktar da mideden bağlayıcı proteinler aracılığıyla basit difüzyonla (çok yoğun ortamdan, az yoğun ortama doğru kendiliğinden yayılmasıyla) veya aktif transportla (enerji ile taşımayla) emilirler. Kan yoluyla karaciğere taşınırlar. Suda eriyen(çözünenen) vitaminler karaciğerde depolanmaları çok az olduğundan fazla alındıkların da toksik etki yapmazlar ve fazla miktarları idrar yoluyla atılırlar. Bu vitaminlerin depolanmaları az olduğu için gereksinimleri fazladır ve her gün alınmaları gerekir. Vücuttaki miktarları kişinin beslenme durumuna, alınan gıdaların içerdiği diğer besin ve maddelere, kullanılan ilaçlara, yaşa ve mevcut hastalıklara göre değişebilir.
Suda çözünen vitaminlerin çoğu vücutta metabolizmada kullanılan enzimlerin koenzimlerinin (koenzim=bir enzimi aktif hale getiren, enzimin protein olmayan organik bileşenidir) öncülleridirler.Suda çözünen vitaminler enerji üretimi ve hematopoezle (kan hücrelerinin yapımı ile) ilgili metabolik yollarda koenzim olarak görev görürler. Folik asit ve vitamin B12 özellikle hematopoezde (kan hücrelerinin yapımında) görev yaparlar.
Suda çözünen vitaminler enerji metabolizmasında santral rol oynadıkları için eksikliklerinde ilk olarak hızlı gelişen dokularda problemler ortaya çıkmaktadır. Suda çözünen vitaminlerin eksikliklerinde tipik bulgular dermatit (deri problemleri), glossit (dil iltihabı,dil şiş ve kırmızı olarak izlenir), dudak köşelerinde çatlaklar, yaralar ve ishaldir. Hastalarda enerji problemine bağlı olarak sinir sistemi de etkilenir.
Suda çözünen vitaminleri (B kompleks vitaminleri) eksik alan bir kişide bu eksikliğin belirtileri bazen birkaç günde ortaya çıkmaktadır. B12 vitamini bunun dışındadır, çünkü karaciğerdeki B12 vitamini deposu kişiye bir yıl veya daha uzun süre yetebilir. C vitamininin yokluğu ise birkaç haftada belirtilerin ortaya çıkmasına yol açabilir
Yağda eriyen vitaminler pişirmeye dayanıklıdır, suda eriyenler ise pişirmeyle bozulurlar. Uygun olmayan koşullarda saklanma sonucu her iki gruptaki vitaminler de bozulabilir.
Vitamin preparatları iştah açar mı?
Normal koşullarda vitamin eksikliği olmayan bir bebek ve çocukta, vitamin preparatlarının verilmesi bebeğin ve çocuğun iştahı üzerine herhangi bir etkisi yoktur ve iştahı arttırmazlar.
Çocukluk çağında bazı vitaminlerin eksikliği iştahsızlığa neden olabilir. Fakat normal beslenen bebeklerde belirti verecek düzeyde vitamin eksikliği gelişmesi (D vitamini eksikliği dışında) pek söz konusu değildir. Yeterli ve dengeli beslenmeyen bebeklerde vitamin eksikliği geliştiğinde, vitamin ilaçlarıyla bu eksikliğin yerine konması doğal olarak vitaminin eksikliğinin diğer belirtilerle birlikte iştahsızlık üzerinde de olumlu etki yapar. Ancak bu durum vitaminlerin iştahı arttırdığı anlamına gelmez. Normal bir bebek ve çocukta vitamin verilmesi iştahı artırmaz.
Vitaminler şişmanlatır mı?
Halk arasında genellikle vitaminlerin şişmanlattığı düşünülmektedir. Bu düşünce doğru bir yaklaşım değildir. Bazen hekimler sıklıkla zayıf olan çocuklar için beslenmenin düzenlenmesinin yanında vitamin preparatları yazarlar. Burada vitamin verilmesinin amacı çocuğun şişmanlaması değildir. Amaç yetersiz beslenmiş veya beslenmekte olduğu düşünülen zayıf bebek ve çocuklarda, yetersiz beslenme nedeniyle ve yetersiz vitamin aldığı öngörüsüyle, bu bebeklerde ve çocuklarda vitamin eksikliği gelişmemesi ve depoların desteklemesi amacıyla vitamin verilmektedir. Vitaminler bebeklerde ve çocuklarda şişmanlamaya neden olmazlar. Çocuklar gerekli vitaminleri, besinlerden karşılayabilir mi?
Besin maddelerimizin içersinde az veya çok vitamin ve mineral bulunur. Yeterli ve dengeli beslendiğimizde, vücudumuz için gerekli besin maddeleri (protein, karbonhidrat, yağ, su) alınmasının yanında, vücudumuzun ihtiyacı olan, gerekli tüm vitaminler ve minerallerde yeterli düzeyde alınır. Vücudumuzun vitamin ihtiyaçları sanıldığı kadar yüksek değildir. Yeterli ve dengeli beslenen bebekler ve çocuklar vücutları için gerekli vitaminleri besinlerle karşılayabilirler.
Genel olarak sebze ve meyvelerin vitamin içerikleri zengindir. Bu nedenle sebze meyveler lif ve vitamin ihtiyacımızı karşılamamız için önemlidir. Tabiatın insana sunduğu tüm besinlerde değişik içerik ve miktarlarda vitaminler bulunur. Bu nedenle dengeli ve yeterli beslenme çocuklar için gereklidir.
Normal bebeklerde ve çocuklarda vitaminler ilaç olarak dışarıdan alınmalı mıdır?
Normal bebeklerde dışarıdan ilaç olarak vitamin verilmesi iki durumda önerilmektedir. Bunlardan birincisi her yenidoğan bebeğe doğumdan hemen sonra K vitamini ve ikincisi de her bebeğe 15 günlükten sonra (en geç 2.ayda başlamak üzere) günlük D vitamini 400 ünite 1 yıl verilmelidir.
Yeterli ve dengeli beslenen ve de kilo, boy gelişimi normal olan bir bebeğe ve çocuğa bu iki durumun dışında vitamin verilmesinin gereği yoktur. Dışarıdan vitamin almanın vücut direncini artırdığı veya iştahı artırdığı gösteren dünyada herhangi bir araştırma sonucu bulunmamaktadır.
Amerikan Pediatri Akademisi başta olmak üzere pek çok uluslararası beslenme komisyonu bir yaşından sonra normal bebeklere, vitamin takviyesini önermemektedir.
Yenidoğan bebeğe niçin K vitamini verilmelidir?
Yenidoğan bebeklerde K vitamin eksikliğine eğilim vardır. Hamilelikte plesantadan bebeğe (fetusa) K vitamini geçişi eksiktir. Anne sütünde K vitamin seviyesi düşüktür. Yenidoğan bebeğin sindirim kanalında başlangıçta bakteri bulunmadığından ve barsakta bakteriler tarafından K vitamini sentezi yeterli yapılamamaktadır. Yenidoğan bebekte K vitamini depoları eksik doğmaktadır. Bu faktörlerden dolayı yenidoğan bebeklerde K vitamini eksikliği vardır.
Yenidoğan bebekte K vitamini eksikliği olması ve bu eksikliğinin bebekte önemli sağlık problemi doğurabilmesi nedeniyle; her yenidoğan bebeğe K vitamini verilmelidir.
K vitamin eksikliği yenidoğan bebekte hangi hastalığa neden olur?
K vitamininin vücuttaki görevi vücutta ki pıhtılaşma faktörlerinin (Faktör II, Faktör VII, Faktör IX ve Faktör X) aktif formlarının karaciğerde sentezini sağlar. K vitamininin ayrıca hücre metobalizmalarında önemli görevi vardır. K vitamini eksikliğinde vücuttaki pıhtılaşma faktörleri yeteri kadar sentezlenemez ve kanamaya eğilim oluşur.
Yenidoğan bebeklerde koruyucu (profilaktik) K vitamini verilmez ise yaklaşık %1 bebekte K vitamin eksikliğine bağlı "Yenidoğanın Hemorajik Hastalığı" denilen bir kanama bozukluğu gelişir. Bu hastalık erken, klasik ve geç olmak üzere üç formda görülür. Erken formda bulgular bebekte ilk 24 saatte ortaya çıkar. Kafa içi kanamalar gelişir, ölüm görülebilir. Klasik formda bebekte 2-7 gün arasında bulgu gelişir. Bu formda genellikle sindirim sisteminde ve deride kanama görülür. Geç formda ise 2-8 ci haftalarda bulgular çıkar. Bu formda da sindirim sisteminde ve kafa içinde kanamalar görülür. Ölüm sık gelişebilir.
K vitamin eksikliğine bağlı "Yenidoğanın Hemorajik Hastalığı"ndan korunmak için her yenidoğana doğumdan hemen sonra K vitamini verilmelidir.
K vitamini formları nelerdir?
K vitamininin üç ana formu vardır. K1 vitamini (phylloquinone ve phytonadione) bitki kaynaklıdır. K2 vitamini (menaquinone) barsak florası (faydalı mikroplar) tarafından yapılan doğal bir üründür. Hayvansal yiyeceklerde de bulunur. K1 ve K2 yağda eriyen formlarıdır. K3 vitamini (menaphthone ya da menadione) sentetiktir. Bu form suda eriyen formdur. İnsanda K vitaminin kaynağı alınan gıdalardır. Gıdalarla alınan K vitamini (K1 ve K2) ince barsaktan emilir. Bu emilim için safra tuzları ve normal yağ emilimi gereklidir.
Ispanak gibi yeşil yapraklı sebzeler, brokoli, Brüksel lahanası, kuşkonmaz, lahana, karnabahar, yeşil bezelye, fasulye, yeşil cay, zeytin, zeytinyağı, soya tohumu, karaciğeri, yumurta, tahıllar ve mandıra ürünleri zengin K vitamini kaynaklarıdır. İnek sütü de iyi bir kaynaktır. Pişirme ile K vitamini tahrip olmaz.
Yenidoğan bebeğe K vitamini nasıl verilmelidir?
K vitamininin K 1 formunda Konakion MM ampul (Roche, VK-1, Fitomenadion, 2 ile 10 mg= 0.2 ml ile 1 ml) şeklinde ticari formu vardır. Bütün yenidoğanlara doğumdan sonra 1 saat içinde, 1 mg Vitamin K1 formu (Konakion) kas içi (İM) enjeksiyon uygulaması şeklinde verilmelidir.
Vitamin K1 'in yüksek doz verilmesi hemolitik anemi (kansızlık) geliştirebilir. Yenidoğan bebekte de yüksek doz uygulama ciddi sarılığa neden olabilir. Bu nedenle normal bebekte 1 mg Vitamin K1 uygulaması yeterlidir. Prematüre (erken doğan) bebeklerde K1 vitamin dozu, bebek kilosuna göre ayarlanmalıdır. 1 kg bebeğe 0.4 mg, 1,5 kg bebeğe 0.6 mg, 2 kg bebeğe 0.8 mg, 2.5 kg üzeri 1 mg K1 vitamini yapılmalıdır.
K vitamini yenidoğan bebekte ağız yolu (PO) ile de verilebilir. Anne sütü alan bebeklerde ağız yolu tercih edilecekse, önce 2-4 mg ağız yolu (PO) verilir 15. gün tekrar edilmelidir. Bunun için Libavit K (20 mg= 2ml menadion= K 3 vitamini) kullanılır.
Tek doz olarak K 1 vitaminininkas içi (İM) enjeksiyon uygulaması, ağızdan verilen K vitaminine göre daha iyi serum düzeyi oluşturmakta ve hastalıktan korunmada daha etkin olmaktadır.Dünyada çoğu ülkede 1 mg Vitamin K1 formu (Konakion) kas içi (İM) enjeksiyon uygulaması tercih edilmektedir.
D vitamini nedir?
D vitamini vücutta kemik yapımı ile kalsiyum ve fosfor minerallerin dengesi için gerekli yağda eriyen bir vitamindir. D vitamini bağırsaktan kalsiyum ve fosfor emilimini kolaylaştırır, ayrıca böbreklerden fosfor geri emilimini uyarmaktadır. Bu şekilde kan kalsiyum ve fosforun kanda yeterli bir seviyede olmasını sağlanır. Bunların yanında kanda yeterli seviyede kalsiyum ve fosfor sağlanmasına paralel, kemik gelişimini, kemik oluşumunu artırır, kemik mineralizasyonunu= kalsiyumun ve fosforun kemiklere çökmesini (kemiğin büyümesini, sertleşmesini ve tamirini) sağlar. D vitamini bunların yanında kas gücü ve immun (savunma) fonksiyonların güçlenmesine yardım eder. Antiinflamatuar özelliğe sahiptir ve immun (savunma) sistemin uyarılmasını sağlar. D vitamininin birçok kanser türüne karşı koruyucu rol oynadığı bildirilmektedir.
Yapı ve oluşumları yönünden birbirine benzeyen 2 türlü D vitamini vardır:
1) Kalsiferol (D2 vitamini), 2) Kolekalsiferol (D3 vitamini)
Kalsiferol (D2): kaynağı bitkiler ve mayalardır. Bitkisel besinlerde D2 vitamini Ergesterol provitamini (provitamin=çeşitli işlemlerden sonra vitamin haline dönüştürülen madde) olarak bulunur. Ergesterol besinlerle alındıktan sonra ince bağırsaklardan emilir. Derinin 290-320 nm ultraviole ışınlarına maruz kalması sonucu kalsiferol’e (ergokalsiferol)= D2 vitaminine dönüşür.
Kolekalsiferol (D3 vitamini) kaynağı hayvansal gıdalardır. Kolakalsiferol insanda iki şekilde sağlanır. Ya karaciğerde 5 alfa-kollestan dan 7-dehidrokolesterole dönüşüp, 7-dehidrokolesterol de cildin 290-320 nm ultraviole ışınlarına maruz kalması sonucu kolekalsiferol (D3 vitamini) oluşması şeklinde ya da hayvansal gıdalar ile kolekalsiferol (D3 vitamini) olarak alınır.
OluşanKalsiferol (D2) ve Kolekalsiferol (D3) D vitaminleri fazlası karaciğer, yağ dokusu ve kas dokularında depolanır. Deride sentez edilen Kalsiferol (D2) ve Kolekalsiferol (D3) vitaminlerinin bir kısmı , karaciğer ve böbreklerde arka arkaya iki kez işlemden geçerek (“hidroksillenerek”) aktif hale gelir.Kalsiferol (D2) 1,25-Dihidrosikalsiferol'e, Kolekalsiferol (D3) 1,25 Dihidrosikolekalsiferol'e dönüşür. Vitaminlerin aktif şekilleri budur.Vücutta bu şekilde etki ederler.
Vücutta normal D vitamini seviyesi nedir?
Serum 25OHD3 düzeyleri genel olarak D vitamini durumunun bir belirleyicisi olarak kabul edilmektedir.Bunun nedeni 25-hidroksivitamin D'nin insanlardaki yarı ömrünün yaklaşık bir ay olması, dolayısıyla alım ve depolar konusunda bütünlüklü bilgi vermesidir.
Serum 25OHD3 düzeyinin 30 ng/ml ve üzerinde olması D vitamini seviyesinin yeterli olduğunu gösterir. Serum 25OHD3 düzeyinin21-29 ng/ml olması D vitamini yetersizliği, 20 ng/ml nin altında olması D vitamini eksikliği olarak kabul edilir.11-20 ng/ml düzeyleri hafif, 5-10 ng/ml düzeyleri, 5 ng/ml altındaki seviyeler ciddi eksiklik olduğu kabul edilir.
Bebeklerde D vitamini eksikliği sık görülür mü ?
Vitamin D eksikliği, bebeğin hızlı büyüdüğü ilk 3-4 aydan 2 yaşına kadar olan dönemde sık görülmektedir. Ülkemizde 2003 yılına kadar yapılan çalışmalarda Vitamin D eksikliği ve nütrisyonel rikets ( beslenmeye bağlı D vitamin eksikliğinin oluşturduğu kemik hastalığı) %1,67-19 oranında görüldüğü bildirilmiştir. 2009 yılında yapılan bir çalışmada hastaneye yatırılan çocuklarda ilk 3 yaşta %6 oranında ciddi Vitamin D eksikliği görüldüğü belirtilmiştir.
Son dönemde yapılan bir çalışmada günlük400 IU D vitamini alan bebeklerin %38’inde D vitamini yetersizliği saptanmıştır.
D vitamini eksikliği 2 yaşın altında sık görülen bir sağlık problemidir.
Bebeklerde D vitamini eksikliği neden görülür?
Hamilelik döneminde fetusun (anne karnındaki bebeğin) D vitamin durumu tamamen annesinin D vitamini depolarına bağlıdır. Annenin D vitamini yetersiz ise fetusunda (bebeğinde) D vitamini yetersizdir. Annenin D vitamini yetersiz ise bu annelerden doğan bebekler, D vitamini yetersizliği ile yaşama başlarlar. Dünyada yapılan çalışmalarda, annelerde D vitamini yetersizliği ve bu annelerden doğan bebeklerde D vitamini yetersizliği %20-66.8 oranında görüldüğü belirtilmiştir. Türkiye de yapılan çalışmalarda annelerde D vitamini yetersizliği ve bu annelerden doğan bebeklerde D vitamini yetersizliği %46-80 olarak verilmektedir. D vitamin yetersizliği erişkinlerin ve de annelerin de önemli bir sağlık problemidir.
Anne sütünde D vitamini, bebeğin günlük D vitamini karşılayacak düzeyde değildir. Anne sütünde D vitamini düşük seviyededir. D vitamini düzeyi yeterli olan normal annelerin sütlerindeki D vitamini içeriği ortalama 22
IU/L (15-50 IU/L)’dir ve bu bebeklerin günlük D vitamini ihtiyaçlarından (400 IU/gün) oldukça düşüktür. Bu nedenle D vitamini normal düzeyde olsa bile bebeklerinde bebeklerin de 2ci aydan sonra D vitamini yetersizliği gelişme riski çok yüksektir.
Anne sütünün D vitamini düzeyi annenin vitamin D durumuna bağlıdır. Annede D vitamini yetersiz ise anne sütünde ki D vitamin seviyesi ortalama 22 IU/L seviyesinden de daha düşük olacaktır. Bu nedenle tüm dünyada hamilelere ve emziren annelere günlük D vitamini verilmesi önerilmektedir.
D vitamini yeterli olan annelerden doğan bebeklerde bile günlük D vitamini takviyesi yapılmadığı takdirde doğumdan sonraki sekizinci haftadan sonra D vitamini yetersizliği gelişmektedir. Bütün bu bilgiler, anne sütüyle beslenen süt çocuklarının (ve annelerinin) ek D vitaminine ve yeterli miktarda güneş ışığına ihtiyacı olduğunu göstermektedir.
D Vitamininin normalde günlük ne kadar alınması gerekir?
0-1 yaşlar arası 400 ünite (=10 mcg), 1-70 yaşlar arası 600 ünite, 70 yaş üzerinde günlük 800 ünite D vitamini alınması gerekir.Bebeklerde her gün alınması gereken en az doz 200 ünitedir.
D vitaminini normalde ne şekilde alınır?
Düzenli süt içenler ya da süt ürünleri tüketenlerin yeterince D vitamini aldığı söylenebilir. Ayrıca vücut güneş ışınlarına maruz kaldığında, kendisi de D vitamini üretir. Güneş ışığı en önemli D vitamini kaynağı olduğundan yeterli güneş ışığı alınabiliyorsa D vitamini eklenmesine gerek yoktur. Yetersiz güneş ışığı alan bölgelerde yaşayanlar, örtülü giyim tarzına sahip kişiler ve hava kirliliği olan kentlerinde yaşayanlar yeterli düzeyde güneş ışını alamayacaklarından D vitamini eksikliği açısından risk altındadırlar.
D Vitamini eksikliği açısından riskli gruplar kimlerdir?
0-24 ay arası çocuklar, adolesanlar (ergenlik çağında olanlar), gebeler ve emziren anneler, yaşlılar, şişman çocuklar ve şişman yetişkinler, bazı hastalığı olanlar ( kronik böbrek hastalığı, karaciğer yetmezliği, malabsorbsiyon sendromları, kistik fibrozis, Crohn hastalığı, obezite cerrahisi, radyasyon enteriti...), bazı ilaç kullanımı (antiepileptik ilaçlar, kortizon alımı, AIDS tedavisi, antifungal, kolestiramin kullanımı), koyu renk cilt rengine sahip olan kişiler, yeterli düzeyde güneş ışını almayanlar D Vitamini eksikliği açısından riskli gruplarlardır.
D vitamini eksikliği hangi hastalığa neden olur?
D vitamini eksikliği çocuklarda raşitizm denilen hastalığa, erişkinlerde osteomalaziye neden olur.
Raşitizm (çocuklarda D vitamini eksikliği ile oluşan hastalık)= Rikets ile eş anlamlıdır. Raşitizm, gelişmekte olan kemik dokusundaki (epifizler kapanmadan önceki dönemde) mineralizasyon (kalsiyum ve fosfor çökmesi) bozukluğu ile karakterize bir hastalıktır. En sık nedeni D vitamini yetersizliğidir. D vitamini yetersizliğine bağlı olan türüne 'nütrisyonel (beslenmeye bağlı) raşitizm' denmektedir. Ender olarak, kalsiyum eksikliğine bağlı raşitizm de görülebilir.
Raşitizim hastalığında bulgu olarak, çocuğun yaşı ve farklı kemiklerin farklı büyüme hızlarında olmasına bağlı ortaya çıkan şekil bozuklukları ön plandadır. Raşitizmde görülen bulgular şunlardır: huzursuzluk, baş terlemesi, uyku bozuklukları, ileriki aşamalarda kas güçsüzlüğü (özellikle karında kurbağ karnı), karın kasları zayıflığı nedeniyle kabızlık,kafatası kemiklerinde yumuşama ve asimetri, büyümüş bıngıldak, kafatası büyüklüğü ve geciken bıngıldak kapanması, alın çıkıklığı, dişlerin geç çıkması, diş çürümeleri, diş minesi bozuklukları, kalsiyum düşüklüğüne bağlı havaleler, ayakta durma ve yürüme gecikmeleri, boy büyümesinde azalma, el ve ayak bileklerinde (epifizlerde) genişlemeler, kaburgalarda kemik - kıkırdak bileşiminde raşitik tesbih taneleri, güvercin göğüsü, uzun kemiklerin bükülmesi, bacaklarda eğrilik, kemiklerde çabuk kırılmalar, sırt kemiğinde eğrilikler, kalça kemiğinde deformiteler (bozukluklar).
Osteomalazi (yetişkinlerde D vitamini eksikliği ile oluşan hastalık) de ise kaburga kemiklerinde,omurganın alt kısmında, leğen kemiğinde, bacaklarda ağrı, kas zayıflığı ve spazmlar, kemiklerin çabuk kırılması bulguları vardır.
Raşitizm de laboratuar bulguları nelerdir?
Raşitizmde ilk bulgu D vitamini eksikliğine bağlı kalsiyumun bağırsaklardan emilememesi ve kemiklerden resorbe (salınması) olamaması sonucu kan kalsiyumu düşer (hipokalsemi gelişir). Sonra idrarla fosfor atılımı artması sonucu kan fosfor düzeyi düşer ve alkalen fosfataz aktivitesi artar. Çekilen el bileği grafisinde (radius ve ulnanın distal ucunda) kemik uçlarında çanaklaşma olur. Akciğer grafisinde de kaburga kemiklerinin uçlarında genişleme ve konkavlaşma saptanabilir.
Raşitizmde kan D vitamini seviyesi düşük, kan parathormon seviyesi de belirgin artmıştır.
Raşitizm çocuklarda hangi yaşlarda görülür?
D vitamini yetersizliğine bağlı olan türü olan 'nütrisyonel (beslenmeye bağlı) raşitizm, bebeğin hızlı büyüdüğü ilk 3-4 aydan 2 yaşına kadar olan dönemde görülür. Osteomalazik (yetişkinlerde D vitamini eksikliği ile oluşan hastalık)annelerin bebeklerinde ve preterm (erken doğan) bebeklerde yenidoğan döneminde de raşitizm görülebilir.
Nütrisyonel (beslenmeye bağlı) raşitizm dışı gelişen raşitizm ( kronik böbrek, karaciğer ve bağırsak hastalıklarına bağlı gelişenler) çocukluk çağının her hangi bir yaşında gelişebilir.
Raşitizm gelişen bebekler nasıl tedavi edilirler?
Raşitizmde genel olarak tedavide iki yöntem tercih edilir. İlk yaklaşım 4-6 hafta süreyle 2000 IU/gün D vitamini ve yanında 2 hafta kalsiyum vermesidir ve sonrası günde 400-1000 IU idame D vitamini devam etmektir.
İkinci yaklaşım ise 300.000 - 600 000 IU D vitamini tek veya bölünmüş dozlarla ağızdan (veya kas içine) uygulamak veya haftada bir kez 50.000 IU D vitamini 6 hafta süreyle vermek ve sonrası günde 400-1000 IU idame D vitamini devam etmektir.
Bebeklerin raşitizmden korunması nasıl sağlanmalıdır?
Raşitizmden bebeklerin korunması için gebe ve emzikli annelere D vitamini desteği yapılmalı, güneş ışınlarından yeterince faydalandırılmalıdırlar.Gebeye uygulanacak D vitamini desteği, gebeliğin 12. haftasından itibaren başlanmalı, gebelik suresince anneye destek sağlanmalı, doğum sonrası 6 ay sürdürülmelidir. Doğum öncesi donemde gebelere ve doğumdan sonraki dönemde annelere uygulanacak D vitamini dozu günlük tek doz olarak alınmak üzere 1200 IU olmalıdır.
Anne sütüyle beslenen bebeklere 15 günlükten sonra ilk bir yıl içinde günlük 400 ünite D Vitamini verilmelidir. Günlük 400 ünite D Vitamini uygulaması bebeklerde raşitizm hastalığı gelişmesini önler. Ayrıca bebeklerin uygun koşullarda günlük güneş ışınlarından yeterince faydalanmaları sağlanılmalıdır.
D vitamini ihtiyacını karşılamak için mutlaka ilaç olarak D vitamini almaya gerek var mıdır?
Normal bir yaşam sürdüren, yeterli ve dengeli beslenen ve yeterli güneş ışığı alan insanlar, günlük D vitamini ihtiyacını bu şekilde karşılayabilirler. Hatta vücut için gerekli olan D vitaminini 3-4 ay yetecek kadar depolayabilirler. Fakat son yıllarda kapalı yerlerde çalışmanın artması, güneş görmeyi azaltan giyinme tarzı, şehirlerdeki hava kirliliği gibi nedenlerle başta doğurganlık çağındaki kadınlar olmak üzere erişkinlerde % 50-80’lere varan oranda, klinik bulgu vermeyen D vitamini eksikliği görüldüğü bildirilmektedir. Bu durum yeni doğan ve erken bebeklik döneminde D vitamin eksikliği görülme riski oluşturmaktadır. Bu nedenle bizim gibi ülkelerdeki bebeklere en az 1 yaşına kadar günde 400 ünite D vitamini ağızdan vermek gerekli ve yararlıdır.
Ülkemizde çocuklarda D vitamini kullanımı ile ilgili yanlış tutumlar var mıdır?
Ülkemizde uzun yıllar D vitamini eksikliğine bağlı raşitizm, çocuklarda ilk iki yaşta sık görülen bir sorun olmuştur. Raşitizm olan çocuklar da yürüme ve diş çıkarma gecikmesi, bacak eğriliği gibi bulgular görüldüğünden bazı aileler “erken yürüsün” ve “çabuk dişi çıksın” veya da başka nedenle olan bacak eğriliğinde bacaklar düzelsin düşüncesiyle bebeklere D vitamini ampulü içirme eğilimi göstermektedirler. Oysa bir bebeğe gereğinden fazla D vitamini vermenin erken yürüme ve diş çıkarma, başka nedenle olan bacak eğrilini düzeltme üzerine hiç bir etkisi olmaz. Aksine bu yanlış tutumlar, “D vitamini zehirlenmesi” ve böbreklerde kalsiyum çökmesine neden olarak kalıcı zararlara neden olur.
Diğer bir yanlış yaklaşım ise bazı hekimler veya hemşireler ilk aylarda çocukların “bıngıldakları”nın küçük olduğunu söyleyerek bebeklerin günlük D vitaminleri almalarını kesmeleridir. Bu şekilde uygulama doğru bir yaklaşım değildir. Bu bebeklere günlük 400 İÜ D vitamini verilmeye devam edilmelidir. D vitamini eksikliğinde (raşitizmde) bıngıldak geç kapanır ama D vitamininin normal hatta yüksek dozlarda kullanmanın bıngıldağın küçük olmasına veya erken kapanmasına hiç bir etkisi olmaz.
Normal bebeklerin K ve D vitamin desteği almalarının dışında ilaç olarak demir desteği alması gerekir mi?
Demir eksikliği en sık rastlanan besinsel eksiklik olup, özellikle önemli bir halk sağlığı sorunudur.Demir eksikliğine bağlı gelişen anemi (kansızlık), dünyada ve özellikle de ülkemizde çok yaygın olarak görülmektedir. Demir eksikliği kansızlığı tüm yaş gruplarında görülse de en sık hayatın ilk iki yılında, özellikle 6–24. aylar arasında görülmektedir. Bu nedenle normal bebeklere demir eksikliği kansızlığı gelişmesin diye bebeklik döneminde dışarıdan ilaç olarak demir desteği yapılması uygun bir yaklaşımdır.
Demir eksikliği kansızlığı kimlerde sık görülmektedir?
Demir eksikliği kansızlığı 0-5 yaş arasındaki ve ergenlik çağındaki çocuklarda, kadınlarda ve gebelerde, ayrıca vejeteryanlarda sık görülmektedir.
Demir eksikliği kansızlığı hangi sıklıkta görülmektedir?
Ülkemizden çocukluk yaş grubunda yapılan çeşitli araştırmalarda demir eksikliği kansızlığı sıklığı % 15,2 ile % 62,5 arasında bildirilmiştir.Demir eksikliği kansızlığı hemen hemen tüm yaş gruplarında görülse de en sık hayatın ilk iki yılında, özellikle 6–24. aylar arasında görülür.6 ay-24 ay arası bebeklerin %39-46' ında demir eksikliği kansızlığı vardır. Dünyada ise çocuklarda demir eksikliği kansızlığı görülme sıklığı ülkeden ülkeye değişmektedir. Özellikle 6 ay-24 ay arası bebeklerde yapılan çalışmalarda demir eksikliği kansızlığının %14-79 oranında görüldüğü saptanmıştır.Global demir eksikliği kansızlığısıklığı % 24.8 (1.62 milyar insan), okul öncesi (0-5 yaş) % 47.4, okul çağında ise (5-15 yaş) % 25.4 bulunmuştur.
Demir eksikliği anemisi özellikle hamile kadınların önemli bir sağlık sorunudur. Avrupa'da ve gelişmiş ülkelerde hamile kadınların%18'inde, gelişmekte olan ülkelerde ise %56 oranında, demir eksikliği kansızlığı vardır. Ülkemizde yapılan çalışmalarda gebe kadınların %73,9'unda, emzikli kadınların %65,4'ünde, doğurganlık çağında olan kadınların %50'sinde demir eksikliği anemisi bulunmuştur.
Demir eksikliği olan hamilelerin bebeklerinde demir eksikliği anemisi görülme sıklığı çok yüksektir.
Çocuklarda demir eksikliği kansızlığı ne nedenle görülmektedir?
Çocuklarda demir eksikliği kansızlığı görülme nedenleri şunlardır:
-Demir depolarının yetersiz olması: Prematürelik(erken doğum), çoğul gebelik, düşük doğum kilolu bebekler
-Demir gereksiniminin artması: Hızlı büyüme (süt çocukluğu ve ergenlik), akut veya kronik kan kaybı
-Demir alımının eksik olması:Anne sütünün yetersiz alınması, ek gıdaların yetersizliği,ek besinlere geç başlama, inek sütü fazla alınması(günlük 500 ml üzerinde almak), diyetteki demirin eksikliği, vejeteryan beslenme, yeme bozuklukları
-Demir kaybının fazla olması:İnek sütü alerjisi, mide-bağırsak sisteminden kan kaybı, inflamatuar barsak hastalıkları, kronik ishaller, bağırsak parazitleri, kronik enfeksiyonlar
Demirin vücudumuzda işlevi nedir?
Demir vücudumuzda birçok protein ve enzimlerin yapısına katılır. Vücutta demirin DNA, RNA ve protein sentezinde, elektron transportu ve hücre solunumunda rolleri vardır.Kanda alyuvarların (eritrositlerin) içersindeki hemoglobin (hemoglobin=kandaki alyuvarların içinde bulunan oksijeni taşıyan demirli bir maddedir)yapısında oksijen taşımayı sağlayan elementtir. Bütün hücrelere, dokulara oksijen taşınmasını sağlar.
Çocuklarda demir eksikliği kansızlığı niçin önemlidir?
Çocuklarda demir eksikliği oluştuğunda hemoglobin (hemoglobin=kandaki alyuvarların içinde bulunan oksijeni taşıyan demirli bir maddedir) sentezinde bozukluk, hücre proliferasyonunda( çoğalmasında) bozukluk, alyuvar=eritrosit yaşam süresinde kısalma oluşur.Bunun sonucu oluşan demir eksikliği kansızlığında dokulara oksijen taşınması ve immun sistem bozulur, kas ve beynin oksijen tutması azalır.
Demirin, insan organizmasında yaygın olarak kullanılması nedeni ile eksiklik durumlarında tüm sistemler etkilenir ve pek çok sistemik belirti ve bulgu ortaya çıkar.Çocuklarda solukluk, huzursuzluk, iştahsızlık, çabuk sinirlenme,çabuk yorulma, sık hastalanma, toprak yeme, yutma güçlüğü, çevreye ilgisizlik, dikkat eksikliği, konsantrasyon güçlüğü, davranış değişiklikleri, uyku bozuklukları, mental-motor gelişim testlerinde bozukluk, duygulanım bozuklukları demir eksikliği kansızlığında görülen bulgulardır. Demir eksikliği kansızlığı çocukların bilişsel gelişimlerini, büyümelerini olumsuz etkiler. Demir eksikliği kansızlığı gelişen çocuklar uygun şekilde tedavi edilseler bile 5-10 yıl sonra zeka katsayıları hiç anemi gelişmemiş çocuklardan daha düşük olduğu bilinmektedir. Bu nedenlerle demir eksikliği anemisinin önlenmesi, tedavisinden daha önemlidir.
Demir eksikliğinin klinik bulguları nelerdir?
Demir eksikliğinin erken evrelerinde, çocuklarda kansızlık gelişmeden önce herhangi bir bulgu yoktur. Çocuklar demir eksikliği olsa da normal gözükürler. Demir eksikliğine bağlı çocuklarda kansızlık geliştiğinde ise aşağıdaki bulgular oluşur:
Kansızlığa bağlı deri (özellikle avuç içlerinde) ve mukozalarda solukluk, iştahsızlık, halsizlik, huzursuzluk, çevreye ilgisizlik, çabuk sinirlenme,dikkat eksikliği, hiperaktivite sendromu, büyüme geriliği, kognitif ve entellektüel fonksiyonlarda gerilik,öğrenme güçlüğü, davranış bozukluğu, algılama işlevlerinde azalma, motor ve mental gelişme testlerinde gerilik, okul başarısında düşme,uyku bozuklukları, nefes tutma nöbetleri,katılma nöbeti,tırnak ve saçlarda kolay kırılma, kaşık tırnak, dil papillalarında atrofi, düz ve parlak dil,yutma güçlüğü, efor kapasitesinde azalma, egzersiz kısıtlılığı,kalbin hızlı çalışması (taşikardi),çabuk yorulma,enfeksiyonlara karşı azalmış direnç,sık hastalanmalar.
Bebeklerde demir eksikliği kansızlığı nasıl anlaşılır?
Bebeklerde demir eksikliği bulguları oluşmadan, demir eksikliğinin sık görüldüğü dönemlerde kan sayımı yapılarak araştırılması gerekir. Amerikan pediatri Akademisi ve dünyada ki Çocuk Sağlığı ve hastalıkları uzmanları, prematüre (erken doğan) bebeklerin 6cı ay, normal bebeklerin 9-12. ay demir eksikliği kansızlığı açısından taranmasını önermektedir. Ülkemizde de tüm bebeklerin mutlak kan sayımı yapılarak, demir eksikliği kansızlığı açısından taranması yapılması gerekir.
Bebeklerde demir eksikliği kansızlığının laboratuvar bulguları nelerdir?
Demir eksikliği olduğunda ilk önce vücutta depodaki demir azalır, serum ferritini düşer (ferritin kan dolaşımında bulunan, demir deposu işlevi gören bir proteindir. Demir elementinin vücutta depo edilme şekli olarak da tanımlanabilir.) Daha sonra kanda serum demiri azalır, demir bağlama kapasitesi artar. Bu dönemde ancak kansızlık henüz gelişmemiştir. En son dönemde demir eksikliği aşikar hale gelir, artık kansızlık da vardır ve kansızlığa bağlı bulgular ortaya çıkar.
Demir eksikliği kansızlığında tam kan sayımında alyuvar (=eritrosit=RBC) sayısı, hemoglobin, hematokrit değerleri düşüktür; MCV=ortalama eritrosit hacmi, MCH=ortalama eritrosit hemoglobini, MCHC ortalama eritrosit hemoglobin konsantrasyonu azalmıştır. RDW= Eritrosit dağılım genişliği artmıştır.
Hemoglobin : Düşük
Hematokrit : Düşük
RBC :Düşük
MCV : Düşük (<70+yaş)
MCH : Düşük (<27 pg)
MCHC : Düşük (<%30)
RDW : Artmış (> 14.5)
Bebeklerin doğduğunda kan değerleri nasıldır?
Anne karnında iken bebek, oksijen ihtiyacını, annenin kanındaki oksijenden alarak karşılar. Plesantaya gelen annenin kanındaki oksijen havadaki oksijenden daha düşüktür. Yani bebek anne karnındayken daha düşük oksijen (hipoksik) ortamındadır. Annenin plesanta damarlarındaki oksijen satürasyonu düşüktür(%70 kadardır). Oksijen satürasyonu (ya da oksijen doygunluğu) seviyesi; oksijen doygunluğuna ulaşmış hemoglobin miktarını ifade etmek için kullanılır. Normal oksijen satürasyon seviyesi %95 ile %100 arasındadır. Anne karnındaki bebek bu düşük oksijen ortamı nedeniyle kan yapımını artırır ve bu nedenle yenidoğan bebek yüksek hemoglobin değerleriyle doğar.Çeşitli kaynaklarda normal bir yenidoğan bebeğin göbek kordonu kan hemoglobin değeri yaklaşık 13.5 ile 20.0 g/dL arasındadır ve ortalama değer ise 16.8 g/dL’dir.Sağlıklı yenidoğanlarda ilk 2 haftada ortalama Hb değeri 16,5-18,5 mg/dl dir. Ayrıca yenidoğanın alyuvarları (=eritrositleri) normalden daha büyüktür(=makrositerdir). Normalde eritrositlerin MVC(=ortalama eritrosit hacmi)değeri ilk iki yaşta 70-86 fL(=µm3) iken, yenidoğanın MVC değeri 108 fl'dir. Doğumdan ilk 2 hafta sonuna kadar ki dönemde ortalama MCV 108 fl den 96 fl ye düşmektedir.
Yenidoğanlarıın hemoglobin düzeylerini belirleyen önemli bir faktör de plasentadan doğum sırası bebeğe geçen kan miktarıdır. Doğumda plasenta damarlarında 75-125 mL kan bulunmaktadır. Doğumdan kısa süre sonra göbek kordonu arterleri kasılarak kapanır ve bebekten anneye kan geçişi dururken, göbek kordunu veni açık kalarak yer çekimi yönünde kan akımına izin verir. Bu nedenle doğum sırası bebek plasentadan alçakta tutulursa, bebeğe geçen kan miktarı artar. Göbek kordonu geç klampe edilmesi (bağlanması) ile bir yenidoğanın kan volümünün %61 arttırabilir. Erken bağlanması ya da bebeğin doğum sırası anneden yüksekte tutulması yenidoğana geçen kan miktarını çok azaltacağından, bu tür bebeklerde kan miktarı düşük olur.
Bebeklerin doğduktan sonra kan değerleri değişir mi?
Bebeklerin doğduktan sonra kan değerleri değişir. Doğum sonrasında ilk haftalardan itibaren bebeklerin hemoglobin düzeyi düşmeye başlar. Bu düşme 6-8 hafta kadar devam eder. Bebeklerin doğduktan sonra kan değerlerinin giderek düşmesi söz konusudur. Anne karnında anne damarındaki oksijeni (plesantadaki anne kanı oksijen satürasyonu %70 kadardır) kullanan bebek, doğumdan sonra solunum başlayınca, havadaki oksijeni kullanınca; bebeğin kanındaki oksijen satürasyonu %95 üzerine çıkar. Bu durumda yenidoğan bebekte alyuvar(eritrosit) yapımının azalmasına neden olur ve bunun sonucunda normal bebeklerde 8-12.haftalarda, erken doğan bebeklerde 6-8. haftada ortaya çıkan bir kansızlık oluşur. Genellikle hemoglobin seviyesi 2. ayda ortalama 11.0-11.5 g/dL’ye inen ve de hiçbir zaman 9 gr/dL altına düşmeyen bir kansızlık tablosu yaratır.Bu kansızlığa=anemiye "süt çocuğunun fizyolojik anemisi" denir.
Bebeklerde ortalama hemoglobin düzeyleri: göbek kordonunda 16.5, 1.hafta 17.5, 1.ay 14, 2.ay- 6.ay arası 11.5 gm/dL kadardır.
Zamanında doğan süt çocukları ilk dört ay demir eksikliğini önleyecek düzeyde demir depolarıyla doğarlar. yeteri demir deposuyla doğan bebeklerde ilk 4 ayda hemoglobin seviyesi11.5 gm/dL'nin altına düşmez. Erken doğan bebeklerde demir depoları eksik olduğundan, depolanan demir ancak 2 aya kadar idare eder.
Bebeklerde ve çocuklarda kansızlık sınırı nedir?
Dünya Sağlık Örgütü’nün yaşa ve cinsiyete göre kansızlık hemoglobin ve hemotokrit alt sınırları aşağıda özetlendiği gibidir.
Yaşa ve cinsiyete Hemoglobin Hemotrokrit
göre gruplar (g/dL) (%)
6-59 ay arası çocuklar 11 33
5-11 yaş arası çocuklar 11,5 34
12-14 yaş arası çocuklar 12 36
>15 yaş kızlar 12 36
>15 yaş erkekler 13 39
Bebeklerde demir eksikliği kansızlığının tanısı nasıl konulur?
Demir eksikliği kansızlığı düşünülen bebeklerde tam kan sayımı, periferik kan yayması, retikülosit, serum demiri, total demir bağlama kapasitesi, ferritin bakılmalıdır.
Demir eksikliği kansızlığında Hemoglobin : 11 g/dL'nin, Hematokrit %33'ün, RBC 3,5 milyon/mm3'ün, MCV=ortalama eritrosit hacmi 70(70+yaş) fl'in, MCH=ortalama eritrosit hemoglobini 27 pg'ın, MCHC ortalama eritrosit hemoglobin konsantrasyonu %30'un altındadır.RDW= Eritrosit dağılım genişliği ise 14.5'un üzerindedir.
Normalde serum demiri (μg/L)= 0-7 gün 100-250 µg/dl, 7 gün-1 yaş 40-100 µg/dl, 2-15 yaş 50-120 µg/dl, >15 yaş 50-175 µg/dl (erkek), >15 yaş 40-170 µg/dl (kadın)'dir. Demir eksikliği kansızlığında serum demiri 30 µg/dl'nin altına düşer.
Total demir bağlama kapasitesi (TDBK): Transferrin üzerindeki demir bağlama bölgeleri demir ile doyurulduktan sonra demir ölçümü yapılarak bulunur.Total demir bağlama kapasitesi 1 yaş altında 100-400 µg/dl, 1 yaş üzerinde 250-450 µg/dl'dir. Demir eksikliği kansızlığındatotal demir bağlama kapasitesi (TDBK) artar. 480µg/dl'nin üzerindedir.
Serum ferritini normalde 50-200 ng/dl'dir. 12 ng/dl altındaki değerler demir eksikliği kansızlığı tanısı koydurur.
Ayrıca transferrin satürasyonu veMentzer İndeksi hesaplanır. Transferrin satürasyonu= 100xserum demiri/TDBK ve Mentzer İndeksi= MCV/ RBC formüllerine göre hesaplanır.Demir eksikliği kansızlığında Transferin satürasyonu (Demir/TDBKx100) %16'nı altında, Metzner indeksi (MCV/RBC) 13'ün üzerindedir.
Demir eksikliği kansızlığında retikülosit artmamıştır.%2 nin altındadır.
Demir eksikliği kansızlığında periferik kan yaymasında alyuvarlarda=eritrositlerde hipokromi(alyuvarların taşıdığı hemoglobin miktarının düşük düzeyde olması), mikrositer ( alyuvarların çaplarının düşük olması), anizokromi (alyuvarların değişik renk göstermesi), anizositoz (alyuvar eşit büyüklükte olmaması) vardır.
Demir eksikliği anemisi hangi hastalıklarla karışabilir?
Demir eksikliği kansızlığı sıklıkla akdeniz anemisi (talasemi) taşıyıcılığı ve bazı kronik hastalıklar (uzun süreli enfeksiyonlar, böbrek yetmezliği, karaciğer hastalıkları gibi) sonucu gelişen kansızlıkla karışabilir.
Akdeniz anemisi (Talasemi) Akdeniz ülkelerindeki ırklarda görülen, doğacak çocuğa anne-babasından ”Beta Talasemi” geninin geçişiyle kalıtımsal olarak geçen, bir çeşit “kansızlık” hastalığıdır. Akdeniz anemisi taşıyıcılığı görülme sıklığı Türkiye genelinde %2 olmakla birlikte İzmir’de % 2-5, Akdeniz Bölgesinde yer yer %10’un üzerindedir.Akdeniz anemisi (Talasemi) hastalığının tanısı kuşkulanılan hastada hemoglobin elektroforezi tetkikiyle kolaylıkla konulabilir.
Demir eksikliği anemisinin tedavisi nasıl yapılır?
Demir eksikliği kansızlığında öncelikle neden araştırılmalı ve neden bulunur ise bu tedavi edilmelidir. Demir eksikliği kansızlığı gelişmesinde en sık neden artan demir ihtiyacının beslenme ile karşılanmamasıdır. Bu nedenle demirden zengin bir beslenme sağlanılmalıdır.
Demir eksikliği kansızlığı saptananlarda demir tedavisi başlanılmalıdır. Ağızdan demir tedavisi her zaman ilk seçenektir. Demirin ferro (+2) tuz formunu içeren ilaçlar (ferro sulfat) kullanılımalıdır. Olgular ağız yoluyla bu form ilacı tolere edemezlerse ferri (+3) formunu içeren ilaçlar da kullanılabilir. İlaç dozu, hastanın kansızlığının derinliğine göre, 3-6 mg/kg/gün elementer demir içerecek şekilde, günlük toplam doz iki veya üçe bölünerek verilmelidir. İlaçların emiliminin en yüksek düzeyde olması için aç karına alınması (yemeklerden 2 saat sonra) en uygun kullanım şeklidir.
Demir eksikliği kansızlığı nedeniyle ağızdan demir başlanan olgularda, hemoglobini 2-4 haftada 1-2 g/dl artar. Hastanın anemisi, uygun demir ilaçları ve altta yatan hastalığın tedavisiyle, 2 ayda düzelir. Kansızlık düzeldikten sonra 2-3 ay daha vücut demir depolarını doldurmak için ağızdan demir tedavisine 2 mg/kg/gün elementer demir olacak şekilde tedaviye devam edilmelidir.Demir ilaçlarının düzenli ve yeterli süreyle kullanılması çok önemlidir.
Ağızdan demir tedavisi ile başarılı olunmaz ise ailenin ilacı düzenli ve uygun verip vermediği ve de tanı tekrar değerlendirilmelidir. Talasemiler, bakır eksikliği, çinko eksikliği, kronik hastalık kansızlığı, kurşun zehirlenmesi, diğer kansızlıklar( sideroblastik anemiler) açısından ayırıcı tanı yapılmalıdır.
Ağızdan demir tedavisine uyumsuzluk veya tolerasyon güçlüğü , bağırsak hastalıklarına bağlı demir emiliminde sorun var ise, hastalarda devamlı kan kaybı mevcutsa, kas içine veya damardan iğne ile demir ilaçlarının verilmesi şeklindeki tedavi tekrar ayarlanmalıdır. Bu koşullarda demir dekstran kullanılır.
Demir içeren ilaçların kullanımında dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?
Ağızdan demir ilaçlarının yan etkileri (bulantı, kusma, hazınsızlık, kabızlık, ishal, gaz, dışkının(kakanın) siyah renkli olması, dişlerin siyaha boyanması) konusunda aile bilgilendirilmelidir. Dişlerin siyaha boyanmasını en aza indirmek için, damla veya şurup formunun dilin arkasına doğru, dişlerle temas etmeyecek şekilde veya ilacın bir pipet ile verilmesi, ilaçın meyva suyu ile seyreltilmesi veya şase formlarının kullanılması önerilir. Ağızdan demir ilacı kullanımına tahammülsüzlük sıktır. Böyle bir durumla karşılaşılırsa, ilaç 1-2 gün kesilir. Daha sonra düşük bir dozdan başlanarak, hasta tolere ettikçe dozu artırılarak 4-5 gün içinde ideal doza çıkılır.
Ağızdan demir tedavisinde ikinci bir konu: demir ilaçlarının damla veya şurup formlarının bazılarında "paraben" katkılı olması önemli bir konudur. İlaç seçilirken "paraben" katkılı ilaç olmadığına dikkat edilmelidir.
Ağızdan ilaç şeklinde alınan demirin emilimi, bazı ilaçlarla birlikte kullanılır ise ( antiasitler, proton pompa inhibitörleri, histamin 2 reseptör antagonistleri, alüminyum, magnezyum, kalsiyum veya çinko içeren bazı ilaçlarlar) bozulabilir. Bu ilaçlar ile demir ilacı birlikte alınmamalıdır.
Bebeklerde günlük demir gereksinimi ne kadardır?
Bebeklerde günlük demir gereksinimi erken doğanlarda (prematürelerde) ve düşük doğumlu bebeklerde 2 mg/kg/gün( günlük bebeğin kilo başına 2 mg olacak şekilde) ve maksimum günde 15 mg; normal bebeklerde : 1 mg/kg/ gün , ( günlük bebeğin kilo başına 1 mg olacak şekilde) ve maksimum günde 15 mg; 6 yaş altı çocuklarda günde 15 mg, 6-12 yaş arası günde 10 mg, 12 yaş üzerinde günde 15 mg, gebelerde ise günde 27 mg kadardır.
Bebekler demir eksikliği kansızlığından nasıl korunmalıdır?
Demir eksikliği kansızlığı ülkemizde halen sık görülen bir sağlık problemidir. Dolayısıyla bebeklere bunun önlenmesi öncelikli bir yaklaşım olmalıdır.
Anne sütü ile beslenme özendirilmeli, ilk 4–6 ay anne sütü ile beslenmelidir. Altı aydan sonra, anne sütünün yanında, demirden zengin içerikli ek gıdalar, bebek beslenmesine ilave edilmelidir. Anne sütü alamayan bebeklerin, ek gıdanın yanında demirden zengin formüla mama ile beslenmesi sağlanılmalıdır.
Zamanında doğan bebekler,ilk dört ay demir eksikliğini önleyecek düzeyde demir depolarıyla doğarlar. Hızlı büyümenin olduğu bebeklerde (erken doğum, düşük kilolu doğumda) vücut demir depoları ancak 1-2 ay yeterli olur. Bu nedenle demir eksikliğinin önlenmesi için normal bebeklere dördüncü ayın sonunda 1 mg/kg/gün, erken doğmuş veya 2500 g altında doğan bebeklere ise ikinci ayını doldurunca 2 mg/kg/gün koruyucu demir ilacı başlanması gerekir. Koruyucu demir tedavisi 9-12 aya kadar devam edilmelidir. 9-12. ayda bebeğe kan sayımı yapılmalı ve kan değerleri normal olan bebekte koruyucu demir tedavisi sonlandırılmalıdır. Bebek herhangi bir nedenle koruyucu demir tedavisi almaz ise mutlak 6-9.ay demir eksikliği kansızlığı açısından kan sayımı ile değerlendirilmelidir.
Bebeklerde demirden zengin beslenme nedir?
Demirden zengin gıdalar dana ve koyun eti gibi kırmızı et çeşitleri, karaciğer, yumurta sarısı, kuru fasulye-mercimek-nohut gibi bakliyat ve üzüm pekmezidir.(Kuru meyveler özellikle kuru üzüm ve kuru kayısı, fındık, fıstık, susam, tahin gibi yiyecekler de demirden zengindir.)Bebeklerin beslenmesine altıncı aydan sonra demir içeriği fazla olan kırmızı et ve yumurta gibi ek gıdaların eklenmesiyle demir eksikliği kansızlığının gelişmesi önlenebilir. Bebeklerin bu gıdaların uygun porsiyonlar halinde her birinin haftada en az üç-dört kez tüketilmesi demirden yeterli beslenmeyi sağlar.
Bebeklerde 1 yaşından önce inek sütü başlanmamalıdır. Çocuklara günde 500 ml’den fazla inek sütü verilmemelidir. Ekonomik durumu iyi olan ailelerin süt çocuklarında ilk yıl inek sütü yerine demir içeren devam mamalarını kullanmaları da demir eksikliği anemisi riskini azaltır.
İnek sütüne 12. aydan erken başlama, fazla inek sütü alımı, cay alımı, yetersiz C vitamini ve et alımı da demir eksikliği eğilimini arttırmaktadır. Ispanak gibi yeşil yapraklı sebzelerde fazla demir yoktur ve bitkisel yapısı nedeniyle içeriğindeki demirin emilimi de azdır.
Bebeklere florür verilmelimidir?
Bebekler ister anne sütüyle ister mama ile beslensin, 6 aya kadar bebeklere florür verilmesine gerek yoktur.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Dünya Dişhekimleri Birliği (FDI), Avrupa Pediatrik Dişhekimliği Birliği (EAPD) ve Amerikan Pediatrik Dişhekimliği Birliği (AAPD) çocuklarda diş çürüklerinin azaltılması için çeşitli yöntemlerle flor uygulamalarının etkili olduğunu bildirmektedir. Bu nedenle diş sağlığı ve diş çürüklerinin engellenmesi için flor kullanımında genellikle iki yöntem uygulanmaktadır. Birincisi sistemik olarak flor verilmesidir. Sistemik flor verilmesi suların florlanması, florlu tuzların kullanımı veya günlük flor takviyesi şeklinde uygulanır. Flor kullanımının ikinci yöntemi ise diş macunu, gargara solüsyonları veya flor verniği gibi bölgesel (topikal) uygulamalardır.
Bebeklerde ve çocuklarda florür kullanımının dişlerin sağlıklı kalmasını sağladığı ve diş çürüklerini azaltığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Diş çürüklerinin kontrolü ve engellenmesi için florların kullanımı güvenli ve etkili bir yöntemdir.
Bebeklerde flor kullanımının bir yöntemi günlük flor verilmesidir. Ağızdan flor preparatı verilirken, içme suyundaki flor düzeyi ve çocuğun yaşı temel alınmaktadır. İçme suyunda flor 0,3 mg/L= 0,3 ppm’in üzerindeyse ek flor verilmez. İçme suyunda flor 0.3 mg/L’den fazla ise 6 ay -3 yaş arası günlük 0,25 mg ek flor preparatı verilmesi uygundur. Florür tableti çok az su içinde eritilerek gece yatmadan önce verilir. 3-6 yaş arası ise içme suyunda flor 0.3 mg/L’den az ise günlük 0,50 mg, içme suyunda flor 0,3-0,6 mg/L ise günlük 0,25 mg florür verilmelidir.
Bebeklerde flor kullanımının diğer bir yöntemi ise florürlü diş macunları ile dişlerin fırcalanmasıdır. Bebekler flor preparatını ağızdan alıyorsa, normal diş fırçalamalarında florürlü diş macunu kullanılmamalıdır. Bebekler flor preparatını ağızdan alımıyorlarsa: 6ay- 2 yaş arası 500 ppm flor konsantrasyonlu diş macununundan diş fırçası üzerine sürüntü şeklinde; 2-6 yaş arası 1000 ppm ve üzeri flor konsantrasyonlu diş macununundan diş fırçası üzerine yarım bezelye büyüklüğünde konularak; 6 yaş ve üstünde 1450 ppm flor konsantrasyonlu diş macununundan diş fırçası üzerine bezelye büyüklüğünde konularak (en fazla 5 mm) sabah kahvaltıdan sonra ve akşam yatmadan önce 2 kez dişler fırçalanmalıdır. Bittikten sonra ağız su ile iyice çalkalanmalı ve diş macunu yutulumu önlenmelidir.
Florürlü ağız çalkalama suyu ile yapılan ağız çalkalama uygulaması da diş çürüğünden korunmada en güvenli ve etkili yöntemlerden bir tanesidir. Altı yaştan itibaren çocuklar, ağızda çalkalamayı öğrendikten sonra florürlü ağız veya diş suyunu kullanabilirler.
Küçük çocuklarda florlu diş macunlarını veya florlü gargara solüsyonlarını yutma riskleri nedeniyle toksik durumun oluşmasını engellemek için flor verniği kullanımı önerilmektedir. Flor verniği uygulaması, uygulama aralığı ve sıklığı çocuğun çürük diş risk grubuna göre planlanmalıdır. Özellikle de yüksek çürük riski taşıyan çocuklardadişhekimi tarafından flor verniğinin yılda 2 kez uygulanmasının en etkili yöntem olduğu belirtilmektedir.
Florürün faydaları nelerdir?
Florür yeryüzünde yaygın olarak bulunan bir mineraldir. Flor iyonu vücutta en çok kemik ve diş gibi sert dokularda birikmektedir. Florürler uzun yıllardır koruyucu dişhekimliği alanında kullanılmakta olup sistemik yollarla alınan florürlerin minimal etkisi varken, asıl etkisi yerel uygulamalarla oluşmaktadır. Bu etki, florürlü macunlar, florürlü ağız çalkalama suları (gargaralar), florürlü jeller ve florürlü verniklerle elde edilebilir
Florürün dişler üzerindeki etkisi nelerdir?
Florür mine tabakasının oluşumu sırasında minenin sağlıklı gelişmesini, iyi mineralize olmasını sağlayarak; çürükten korunma açısından kaliteli bir mine oluşumuna katkıda bulunur. Diş yüzeyinde biriken ve gıda artıkları ile bakterilerden oluşan mikrobiyal dental plak üzerinde zararlı asit oluşumunu inhibe edici etki gösterir. Minenin çözünürlüğünü azaltarak, remineralizasyonu destekler.
Florürün fazla alınması zararlımıdır?
Florürün fazla alınması zararalıdır. Florür fazla alınması, florozis denilen hastalığa neden olur. Florozis dişin gelişimi sırasında florun sindirim yoluyla aşırı alımı ile oluşan, geri dönüşsüz bir durumdur. Çocuklarda mine oluşumu döneminde, belli bir süre optimal dozun üstünde flor alımı sonucu dişlerde ince beyaz çizgilerle başlayarak, tebeşirimsi ve opak mineye kadar oluşan klinik bir tablodur. Ayrıca mine yüzeyinde hasara bağlı çukurcuklar oluşmaktadır.
Bu hastalığın genelde içme sularında 1-1.5 ppm (mg/L)’den fazla flor bulunan bölgelerde görüldüğü açıklanmıştır. Renklenmenin, opak noktalardan, vakanın ağırlığına göre sarıdan kahverengi şeritlere kadar değişebildiği vurgulanmıştır. Aşırı flor alımının ve diyette kalsiyum eksikliğinin, diş matriksinden kalsiyum kaybına neden olduğunu ve kavite oluşumunu hızlandırdığını saptamıştır.